Gelir Dağılımı ve Yoksulluk
Dünyanın
en büyük ve en önemli sorunlarından biri de adaletsiz gelir dağılımı ve
yoksulluk. Üstelik bu sorun artık ekonomik bir sorun olmayıp, sosyal bir soruna
dönüşürken, her geçen gün biraz daha içinden çıkılmaz bir hal almaya devam
ediyor. Son yıllarda hızla artan küreselleşme ve bunun servet sahipleri
üzerindeki "olumlu" etkisi, gelir dağılım dengesini servet sahipleri
lehine değiştirirken, dünyadaki gelir dağılımı ve yoksulluk çıkmazını da
derinleştiriyor.
Dünyada bu dengesizlikleri sürdürmek
elbette imkânsızdır. Küreselleşme sorunları, birkaç yıldır dibe vurdu ve dünya
ekonomisi hızla soğumaya başladı. Dünya yeni bir ekonomik düzen kurmak
zorundadır.
Bizim
gibi yüksek cari açık veren bazı ülkelerin aynı zamanda dış borçları arttı ve
durgunluk başlayınca ister istemez fakirleşme sürecine girdiler. Dış borçları
çevirmek zorlaşınca ve bu ülkeler net dış borç ülkeler konumuna gelince, yurt
dışına girenden fazla kaynak çıkışı olacak ve ülkeler fakirleşecektir.
Cari
fazla veren ülkelere gelince, bu ülkeler küreselleşmenin nimetlerinden en fazla
faydalanan ülkeler oldu. Ancak spekülasyon sonucu bazı insanlar hızla
zenginleşti, bir kısım halk da yoksullaştı. Muhakkak olan, ister zengin
olsun, ister fakir olsun, tüm ülkelerde gelir dağılımı bozuldu, zengin-fakir
farkı arttı.
Her
şey spekülatif sermayenin dünyaya hakim olması ile başladı... Spekülatif
sermaye fahiş kâr peşinde koştu. Bunun için spekülatif sermayeyi kimse
suçlayamaz. Suçlanması gereken devleti devre dışı bırakan ve sıcak para
hareketlerinin kontrol dışında kalmasını sağlayan siyasi iktidarlardır.
Sermaye, bir mal veya hizmet üretmek için kullanılan makine ve teçhizat, fabrika ve atölye gibi fiziksel araç ve gereçleri ifade eder. Başka bir ifade ile reel yatırımlardır. Finans sektöründe ise sermaye, söz konusu bu fiziksel sermaye üzerindeki mülkiyet hakkını gösteren ve paraya dönüştürülebilen hisse senedi, tahvil ve bono gibi değerlerdir.
Sermaye, bir mal veya hizmet üretmek için kullanılan makine ve teçhizat, fabrika ve atölye gibi fiziksel araç ve gereçleri ifade eder. Başka bir ifade ile reel yatırımlardır. Finans sektöründe ise sermaye, söz konusu bu fiziksel sermaye üzerindeki mülkiyet hakkını gösteren ve paraya dönüştürülebilen hisse senedi, tahvil ve bono gibi değerlerdir.
Türkiye
için 1980'ler önemli bir yapısal dönüşüm sürecidir. 24 Ocak 1980'deyürürlüğe
giren yeni ekonomi programı ile ekonomik, toplumsal yapıda esaslı bir değişim
gerçekleşirken 1990'lı yıllarda art arda yaşanan krizler ile birlikte ekonomi
küçülerek, işsizlik artmıştır. Küreselleşme süreci, neo-liberal politikalar ve
ekonomik krizlerin birleşik etkileri ülkede gelir dağılımının bozulmasına,
toplumsal kesimler arasındaki uçurumun derinleşmesine ve yoksulluğun artmasına
neden olmuş ve Türkiye, nispeten gelirin adil dağıldığı bir ülke olmaktan
çıkıp, zengin ile yoksul arasındaki gelir farkının uçurum nitelemesini hak
edecek düzeylere ulaştığı bir ülke durumuna gelmiştir.
Türkiye'de
kişi başına düşen gelir son on yılda neredeyse 3 katına çıkmıştır. Yaklaşık75
milyon nüfusu ile Dünya Bankası tarafından üst orta gelirli bir sınıf olarak
tanımlanmaktadır ve dünyanın 18. büyük ekonomisi durumundadır. (The World Bank,
TurkeyOverviev) Buna rağmen yoksul nüfusun genel nüfusa oranında belirgin bir
değişiklik olmamıştır. Aşağıdaki tablolar da bunlara ait veriler yer
almaktadır.
OECD
ülkeleri arasında gelir dağılımı adaletsizliğinde 3’üncü sırada yer alan
Türkiye’nin Gini katsayısı (0.411), OECD ortalamasının (0.316) üzerinde.
Bununla birlikte, Türkiye maalesef küresel ekonomik krizden ciddi şekilde etkilenmiş olan İtalya, İspanya, Yunanistan ve Portekiz gibi Avrupa ülkelerinden daha yüksek bir gelir dağılımı eşitsizliğine sahip. Diğer taraftan, Türkiye’ye ilişkin karşılaştırmalı göstergeler bununla da sınırlı değil. Türkiye’de göreli yoksulluk oranı yüzde 19.3 iken OECD ortalaması % 11.1. Ayrıca, Türkiye nüfusunun en zengin yüzde 10’luk kesiminin sahip olduğu gelir, en yoksul yüzde 10’luk kesimin elde ettiği gelirin 15 katına denk geliyor. Bu oranın OECD’de ortalama 9.8 olduğu görülüyor.
Bununla birlikte, Türkiye maalesef küresel ekonomik krizden ciddi şekilde etkilenmiş olan İtalya, İspanya, Yunanistan ve Portekiz gibi Avrupa ülkelerinden daha yüksek bir gelir dağılımı eşitsizliğine sahip. Diğer taraftan, Türkiye’ye ilişkin karşılaştırmalı göstergeler bununla da sınırlı değil. Türkiye’de göreli yoksulluk oranı yüzde 19.3 iken OECD ortalaması % 11.1. Ayrıca, Türkiye nüfusunun en zengin yüzde 10’luk kesiminin sahip olduğu gelir, en yoksul yüzde 10’luk kesimin elde ettiği gelirin 15 katına denk geliyor. Bu oranın OECD’de ortalama 9.8 olduğu görülüyor.
Kürese
gelir eşitsizliğinin halen dünyamızın önemli bir sorunu olduğudur. Günümüzün bir
olgusu olan küreselleşmenin bu sorunu hafifletici/çözücü roller icra edip
etmeyeceğiyse önemli tartışma konularından biridir. Açık olan husus ise küresel
eşitsizliğin son yüzyılda giderek artma eğilimi gösterdiğidir. Ülkeler arası
eşitliksizlik yine bu dönemde artan bir trend izlemektedir. Global düzeyde ülke
içi gelir eşitsizliklerinde bir azalma görülmesine rağmen, Türkiye’deki durum
ise gelişmişlik düzeyine göre benzer ülkelerden daha kötüdür.
Gelir
dağılımında gözlenen eşitsizlik sorunu daha derinleşen bir biçimde kaşlımıza
yoksulluk sorunu olarak çıkmaktadır. Yoksulluğun belirli bölgelerde yoğunlaştığı
mekânlar, yoksulluğu derinleştiren ve yoksulluğu yenmekten daha çok
içselleştiren mekânlara dönüşmektedirler. Bu tür çevre bölgeler için özel
müdahale biçimleri ortaya koymak genelde yeterli düzeyde etkili olamamaktadır.
Örneğin o bölgeye özel transfer ödemeleri, yardım kampanyaları, özel Eğitim
kampanyaları vb. faaliyetler yoksulluğu kalıcı
olarak yenmekten daha çok, yoksulluğun
yerleşmesine katkıda bulunmaktadır. Bütün bunların yerine daha doğru bir
strateji, bu tür çevre mekânlar ile merkez mekânlar arasındaki kanallar› canlı›
tutmak ve geliştirmektir. Yoksulluk kültürünün yerleşmesini en hızlı
engelleyecek yöntemlerden biri budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder