EKONOMİ VE ÇEVRE
Son yıllarda ülkeleri ve hükümetleri meşgul eden meseleler
yalnız enflasyon, dış ticaret açıklan, bütçe açıklan, hızlı nüfus artışı,
işsizlik, konut sorunları olmayıp k a l k ı n m a n ı n, gelişmenin beraberinde getirdiği çevre
sorunlarının da önemli yer tuttuğu bilinen bir gerçektir. Nitekim Çevre sorunlarının
toplumsal ve siyasal yaşamın gündemine girmeye başladığı 1970"li yıllarda,
ekonomik, sosyal ve doğal bilim dallarında çalışan çeşitli araştırmacılar
çevre sorunları ile ekonomik gelişme arasındaki ilişkiler üzerinde çalışmaya
başlamışlardır. Bu çalışmalar zamanla sürdürülebilir kalkınma kavramının çerçevesini oluşturmuştur. 1987 yılında
Uluslararası Ekolojik Ekonomi Topluluğu"nun kurulmasıyla, bu yeni perspektif
ekolojik ekonomi olarak tanımlanmıştır.
Her yaşadığımız çevre felaketi sonucunda hem ekonomiler hem
de insanlık büyük zararlarla karşı karşıya kalıyor. Yaşananlar sonrası acil
olarak çeşitli tezler üretilip, bir an önce ekonomik tedbirler alınması gündeme
geliyor. Bu açıdan değerlendirecek olursak, günümüzün ekonomi anlayışının da
eskidiğini kabullenmek zorundayız. Artık hepimiz biliyoruz ki, büyüyen
ekonomiler beraberlerinde çevre felaketlerini ve insan sağlığını tehdit eden
unsurları da tetikliyor.
Nitekim BM Çevre Programı’nın raporunda
vahim tespitler var. Bu rapora göre, 1 buçuk milyar insanın su
kaynaklarının kısıtlı olduğu yerlerde yaşadığına dikkati çekiyor, eğer bugün 7
milyar olan dünya nüfusunun 2050’de tahmin edildiği gibi 9 milyara tırmanması
durumunda su ve gıda sıkıntısı yaşanabileceğini belirtiyor.
Rapor ayrıca küresel ısınmanın artması ve yağmur alan
bölgelerin değişmesinin de gıda ve su kaynaklarında yaşanan sıkıntıyı
arttırabileceğini kaydediyor. Uzmanlara göre yalnızca Afrika kıtasında, bu
yüzyılın sonunda tarım ürünlerinde yüzde 15 ila 30 oranında azalma olabilir.
Durumun ne kadar vahim olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda durmakta.
Petrol ve
kömür gibi ucuz fosil yakıt kullanımına dayalı enerji sistemleri ve havadaki
karbondioksit miktarını iki katına çıkaran sistemlerle büyüyen ekonomilerin ekolojik
travmaları da beraberlerinde getirdiği görülebilir.
Ancak Çevresel bozulmaya karşı çabaların öncelikle gelişmiş
ülkelerden başlaması gerekir ki eşitsizlik ve yoksulluk artmasın. Aksi taktirde
büyük bölümü eşitsiz ve yoksul olan bir dünyanın çevresel bozulma yaratmadan bir
gelecek düşünmesi zor olacaktır. Böyle bir kirlenmiş dünyadan en fazla
etkilenecek kesim onlar olsa bile. Bu nedenle makyaj tedbirleri ile çevresel
bozulmanın bazı sonuçlarını ortadan kaldırmak için değil sebeplerine uzanarak
yapısal önlemler almak için çaba göstermek gerekir. Ayrıca çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda
kirliliğe sebep olan birimlerin tercihlerinin yanı sıra toplumun ve kamu
yöneticilerinin tercihleri de büyük önem taşımaktadır
Ekonomik ve sosyal kalkınma ile çevre sorunlarını
birbirinden soyutlamak olanaksızdır. Çevre, yaşanan ortamdır. Ekonomik
faaliyetler bu ortamda yapılmakta ve gelişmektedir. Doğal olarak bu
faaliyetlerin sonuçta karlılık ve verimlilik üretmesi esas kabul edilir. Bu
düşüncenin çevreye duyarlı hale getirilmemesinden kaynaklanan yatırım düşünceleri
ekolojik bozulmalara neden olacaktır.
Sürdürülebilir kalkınmanın temelinde çevreye uyumlu
ekonomik faaliyetlerin olduğu unutulmamalıdır. Ekonomik anlamda kalkınma ile
çevre birbirinin tamamlayıcısıdır. Yanlış sanayileşme ve kentleşme sonucu doğal
kaynaklar tüketilerek çevre kirliliği hızla artmaktadır. Ekonomik faaliyetler
arttıkça çevre sorunlarını da yeni kavramlarla ortaya çıkarmaktadır. Marjinal
faydanın yaratacağı sosyal maliyetleri içine alabilecek yatırımların
yapılmasıyla çevre kirliliğini en aza indiren ekonomik kalkınma
hedeflenmelidir. Çevresel önleme maliyetleriyle en az çevre sorunu yaratan ve
ekonomik gelişmeyi engellemeyen yeni yöntemler geliştirip ekonomik
faaliyetlerin sürdürülmesinde kirlenme düzeyleri arasındaki farkları gidererek büyüme
sağlanmalıdır.
Yatırım projelerinde çevre maliyetlerinin payını arttırıp
kaynaklar etkin kullanılmalıdır. Çevre koruma ve geliştirme maliyetleri,
ekonomik büyümeyi yavaşlatmayan bir stratejik tasarımla yönlendirilmelidir.
Teknolojik yenilenmeler ile bu soruna çözüm üretmek yerinde
olabilecektir. Yeni teknolojilerle, üretimi sınırlamadan çevre sorunlarına
çözüm getirmek 21.yüzyıl iktisat ve işletmecilerin en önemli sorumluluğu olduğu
düşüncesi hakim olmalıdır.
İktisat biliminin stratejilerine uygun vergileme yöntemi
ile çevre kirliliği denetim altına alınabilir. ABD, Almanya, Hollanda, Fransa,
Norveç ve İsveç’te çeşitli adlar altında çevre vergisi alınmakta ve bu
ülkelerin bazılarında çevre giderlerini muhasebe tekniğine uygun olarak
kayıtlanmaktadır. Doğal kaynakların kullanımı bile üretimden beklentilerin
yanında toplumun yararlarını da dikkate alan çevre ekonomisinin geliştirme
zorunluluğu günümüzde daha da önemli duruma gelmiştir. Özellikle atık yönetimi
kavramı ve atık değerlendirmede yapılan maliyet analizleri, bu görevleri
sürdüren teknik elemanlara eğitim şeklinde tanımlatılmalı ve üniversitelerin de
işbirliği içerisinde sürekli eğitim desteği ile çevre bilinci geliştirilmeye
devam ettirilmelidir.
Çevre ve ekonomik maliyet ayrılmaz birlikteliklerini daha
seviyeli bir yaşam modeli ile sürdürmek zorunda olduğu gerçeği ise kaçınılmaz
bir durum olarak sürekli karşımızda olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder