İzleyiciler

26 Kasım 2015 Perşembe

Makro İktisat Çalışma Soruları

1)

Üretim Miktarı

Birim Fiyatı


1.        YIL
2.        YIL
1.YIL
2.YIL
A MALI
2
3
0,3
0,5
B malı
3
2
0,2
0,4
C MALI
4
6
0,5
0,6

Yukarıdaki tabloya göre baz yılı olarak 1. Yıl seçilmişse, 2. Yıldaki reel GSYİH kaçtır?
2) Tam sermaye hareketliliği ve esnek döviz kuru varsayımı altında uygulanan daraltıcı maliye politikasının sonuçlarını grafik yardımıyla açıklayınız
3)Çıktıyı ve işsizliği doğal seviyesinden saptırmadan enflasyonu kontrol altına alabilmesi için nasıl bir politika izlemelidir? Grafik yardımıyla açıklayınız.
4) Beklenen enflasyondaki artış Phillips eğrisi üzerinde nasıl bir değişmeye neden olur? Grafik yardımıyla açıklayınız.
5) Mali genişlemenin sadece faiz oranını arttırdığı durumu grafik yardımıyla açıklayınız.
6) Klasik makro iktisadi modeline göre, para stoğunda bir artma meydana geldiğinde toplam talep eğrisi, fiyatlar genel düzeyi ve reel gelir nasıl değişir? Garfik yardımıyla açıklayınız
7) Marjinal tüketim eğiliminin %75 ve vergi oranının ise %20 olduğu ve devlet bütçesinin açık verdiği bir ekonomide, kamu harcamaları 500 dolar artarken transfer harcamaları 500 dolar azalmışsa yeni durumda bütçe açığı ne yönde değişir?
8) Lucas arz eğrisinin geçerli olduğu bir ekonomide işsizlik oranının doğal işsizlik oranının altına indirilebilmesi için nasıl bir politika uygulanmalıdır. Grafik yardımıyla açıklayınız.
9) Para talebinin faiz esnekliğinin sonsuz olduğu duruma ne ad verilir? Grafik yardımıyla açıklayınız.

10) Toplam arz ve toplam talep eğrilerinde kullanılan değişkenler nelerdir? Yazınız. 

25 Kasım 2015 Çarşamba

Koray Duman

http://www.kaktushaber.com/index.php/dergi/yazarlar/27-koray-duman/37-turkiye-de-issizlik-ve-istihdam-yaratmayan-ekonomik-buyume

Koray DUMAN

http://www.kaktushaber.com/index.php/dergi/yazarlar/27-koray-duman/46-turkiye-ekonomisinin-genel-gorunumu

Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Koray DUMAN

Gelir Dağılımı ve Yoksulluk

Dünyanın en büyük ve en önemli sorunlarından biri de adaletsiz gelir dağılımı ve yoksulluk. Üstelik bu sorun artık ekonomik bir sorun olmayıp, sosyal bir soruna dönüşürken, her geçen gün biraz daha içinden çıkılmaz bir hal almaya devam ediyor. Son yıllarda hızla artan küreselleşme ve bunun servet sahipleri üzerindeki "olumlu" etkisi, gelir dağılım dengesini servet sahipleri lehine değiştirirken, dünyadaki gelir dağılımı ve yoksulluk çıkmazını da derinleştiriyor.
            Dünyada bu dengesizlikleri sürdürmek elbette imkânsızdır. Küreselleşme sorunları, birkaç yıldır dibe vurdu ve dünya ekonomisi hızla soğumaya başladı. Dünya yeni bir ekonomik düzen kurmak zorundadır. 
Bizim gibi yüksek cari açık veren bazı ülkelerin aynı zamanda dış borçları arttı ve durgunluk başlayınca ister istemez fakirleşme sürecine girdiler. Dış borçları çevirmek zorlaşınca ve bu ülkeler net dış borç ülkeler konumuna gelince, yurt dışına girenden fazla kaynak çıkışı olacak ve ülkeler fakirleşecektir. 
Cari fazla veren ülkelere gelince, bu ülkeler küreselleşmenin nimetlerinden en fazla faydalanan ülkeler oldu. Ancak spekülasyon sonucu bazı insanlar hızla zenginleşti, bir kısım halk da yoksullaştı. Muhakkak olan, ister zengin olsun, ister fakir olsun, tüm ülkelerde gelir dağılımı bozuldu, zengin-fakir farkı arttı. 
Her şey spekülatif sermayenin dünyaya hakim olması ile başladı... Spekülatif sermaye fahiş kâr peşinde koştu. Bunun için spekülatif sermayeyi kimse suçlayamaz. Suçlanması gereken devleti devre dışı bırakan ve sıcak para hareketlerinin kontrol dışında kalmasını sağlayan siyasi iktidarlardır.
Sermaye, bir mal veya hizmet üretmek için kullanılan makine ve teçhizat, fabrika ve atölye gibi fiziksel araç ve gereçleri ifade eder. Başka bir ifade ile reel yatırımlardır. Finans sektöründe ise sermaye, söz konusu bu fiziksel sermaye üzerindeki mülkiyet hakkını gösteren ve paraya dönüştürülebilen hisse senedi, tahvil ve bono gibi değerlerdir.
 Türkiye için 1980'ler önemli bir yapısal dönüşüm sürecidir. 24 Ocak 1980'deyürürlüğe giren yeni ekonomi programı ile ekonomik, toplumsal yapıda esaslı bir değişim gerçekleşirken 1990'lı yıllarda art arda yaşanan krizler ile birlikte ekonomi küçülerek, işsizlik artmıştır. Küreselleşme süreci, neo-liberal politikalar ve ekonomik krizlerin birleşik etkileri ülkede gelir dağılımının bozulmasına, toplumsal kesimler arasındaki uçurumun derinleşmesine ve yoksulluğun artmasına neden olmuş ve Türkiye, nispeten gelirin adil dağıldığı bir ülke olmaktan çıkıp, zengin ile yoksul arasındaki gelir farkının uçurum nitelemesini hak edecek düzeylere ulaştığı bir ülke durumuna gelmiştir.
Türkiye'de kişi başına düşen gelir son on yılda neredeyse 3 katına çıkmıştır. Yaklaşık75 milyon nüfusu ile Dünya Bankası tarafından üst orta gelirli bir sınıf olarak tanımlanmaktadır ve dünyanın 18. büyük ekonomisi durumundadır. (The World Bank, TurkeyOverviev) Buna rağmen yoksul nüfusun genel nüfusa oranında belirgin bir değişiklik olmamıştır. Aşağıdaki tablolar da bunlara ait veriler yer almaktadır.
OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı adaletsizliğinde 3’üncü sırada yer alan Türkiye’nin Gini katsayısı (0.411), OECD ortalamasının (0.316) üzerinde.
Bununla birlikte, Türkiye maalesef küresel ekonomik krizden ciddi şekilde etkilenmiş olan 
İtalya, İspanya, Yunanistan ve Portekiz gibi  Avrupa ülkelerinden daha yüksek bir gelir dağılımı eşitsizliğine sahip. Diğer taraftan, Türkiye’ye ilişkin karşılaştırmalı göstergeler bununla da sınırlı değil. Türkiye’de göreli yoksulluk oranı yüzde 19.3 iken OECD ortalaması % 11.1. Ayrıca, Türkiye nüfusunun en zengin yüzde 10’luk kesiminin sahip olduğu gelir, en yoksul yüzde 10’luk kesimin elde ettiği gelirin 15 katına denk geliyor. Bu oranın OECD’de ortalama 9.8 olduğu görülüyor.
Kürese gelir eşitsizliğinin halen dünyamızın önemli bir sorunu olduğudur. Günümüzün bir olgusu olan küreselleşmenin bu sorunu hafifletici/çözücü roller icra edip etmeyeceğiyse önemli tartışma konularından biridir. Açık olan husus ise küresel eşitsizliğin son yüzyılda giderek artma eğilimi gösterdiğidir. Ülkeler arası eşitliksizlik yine bu dönemde artan bir trend izlemektedir. Global düzeyde ülke içi gelir eşitsizliklerinde bir azalma görülmesine rağmen, Türkiye’deki durum ise gelişmişlik düzeyine göre benzer ülkelerden daha kötüdür.

Gelir dağılımında gözlenen eşitsizlik sorunu daha derinleşen bir biçimde kaşlımıza yoksulluk sorunu olarak çıkmaktadır. Yoksulluğun belirli bölgelerde yoğunlaştığı mekânlar, yoksulluğu derinleştiren ve yoksulluğu yenmekten daha çok içselleştiren mekânlara dönüşmektedirler. Bu tür çevre bölgeler için özel müdahale biçimleri ortaya koymak genelde yeterli düzeyde etkili olamamaktadır. Örneğin o bölgeye özel transfer ödemeleri, yardım kampanyaları, özel Eğitim kampanyaları vb. faaliyetler yoksulluğu kalıcı  olarak yenmekten daha çok, yoksulluğun  yerleşmesine katkıda bulunmaktadır. Bütün bunların yerine daha doğru bir strateji, bu tür çevre mekânlar ile merkez mekânlar arasındaki kanallar› canlı› tutmak ve geliştirmektir. Yoksulluk kültürünün yerleşmesini en hızlı engelleyecek yöntemlerden biri budur.

Ekonomi ve Çevre Koray DUMAN

EKONOMİ VE ÇEVRE
Son yıllarda ülkeleri ve hükümetleri meşgul eden meseleler yalnız enflasyon, dış ticaret açıklan, bütçe açıklan, hızlı nüfus artışı, işsizlik, konut sorunları olmayıp k a l k ı n m a n ı n,  gelişmenin beraberinde getirdiği çevre sorunlarının da önemli yer tuttuğu bilinen bir gerçektir. Nitekim Çevre sorunla­rının toplumsal ve siyasal yaşamın gündemine girmeye başladığı 1970"li yıllarda, ekonomik, sosyal ve do­ğal bilim dallarında çalışan çeşitli araştırmacılar çevre sorunları ile ekonomik gelişme arasındaki iliş­kiler üzerinde çalışmaya başlamış­lardır. Bu çalışmalar zamanla sürdürülebilir kalkınma kavramının çerçevesini oluşturmuştur. 1987 yı­lında Uluslararası Ekolojik Ekono­mi Topluluğu"nun kurulmasıyla, bu yeni perspektif ekolojik ekonomi olarak tanımlanmıştır.
Her yaşadığımız çevre felaketi sonucunda hem ekonomiler hem de insanlık büyük zararlarla karşı karşıya kalıyor. Yaşananlar sonrası acil olarak çeşitli tezler üretilip, bir an önce ekonomik tedbirler alınması gündeme geliyor. Bu açıdan değerlendirecek olursak, günümüzün ekonomi anlayışının da eskidiğini kabullenmek zorundayız. Artık hepimiz biliyoruz ki, büyüyen ekonomiler beraberlerinde çevre felaketlerini ve insan sağlığını tehdit eden unsurları da tetikliyor.
 Nitekim BM Çevre Programı’nın raporunda vahim tespitler var. Bu rapora göre, 1 buçuk milyar insanın su kaynaklarının kısıtlı olduğu yerlerde yaşadığına dikkati çekiyor, eğer bugün 7 milyar olan dünya nüfusunun 2050’de tahmin edildiği gibi 9 milyara tırmanması durumunda su ve gıda sıkıntısı yaşanabileceğini belirtiyor.
Rapor ayrıca küresel ısınmanın artması ve yağmur alan bölgelerin değişmesinin de gıda ve su kaynaklarında yaşanan sıkıntıyı arttırabileceğini kaydediyor. Uzmanlara göre yalnızca Afrika kıtasında, bu yüzyılın sonunda tarım ürünlerinde yüzde 15 ila 30 oranında azalma olabilir. Durumun ne kadar vahim olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda durmakta.
Petrol ve kömür gibi ucuz fosil yakıt kullanımına dayalı enerji sistemleri ve havadaki karbondioksit miktarını iki katına çıkaran sistemlerle büyüyen ekonomilerin ekolojik travmaları da beraberlerinde getirdiği görülebilir.
Ancak Çevresel bozulmaya karşı çabaların öncelikle gelişmiş ülkelerden başlaması gerekir ki eşitsizlik ve yoksulluk artmasın. Aksi taktirde büyük bölümü eşitsiz ve yoksul olan bir dünyanın çevresel bozulma yaratmadan bir gelecek düşünmesi zor olacaktır. Böyle bir kirlenmiş dünyadan en fazla etkilenecek kesim onlar olsa bile. Bu nedenle makyaj tedbirleri ile çevresel bozulmanın bazı sonuçlarını ortadan kaldırmak için değil sebeplerine uzanarak yapısal önlemler almak için çaba göstermek gerekir. Ayrıca çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda kirliliğe sebep olan birimlerin tercihlerinin yanı sıra toplumun ve kamu yöneticilerinin tercihleri de büyük önem taşımaktadır
Ekonomik ve sosyal kalkınma ile çevre sorunlarını birbirinden soyutlamak olanaksızdır. Çevre, yaşanan ortamdır. Ekonomik faaliyetler bu ortamda yapılmakta ve gelişmektedir. Doğal olarak bu faaliyetlerin sonuçta karlılık ve verimlilik üretmesi esas kabul edilir. Bu düşüncenin çevreye duyarlı hale getirilmemesinden kaynaklanan yatırım düşünceleri ekolojik bozulmalara neden olacaktır.
Sürdürülebilir kalkınmanın temelinde çevreye uyumlu ekonomik faaliyetlerin olduğu unutulmamalıdır. Ekonomik anlamda kalkınma ile çevre birbirinin tamamlayıcısıdır. Yanlış sanayileşme ve kentleşme sonucu doğal kaynaklar tüketilerek çevre kirliliği hızla artmaktadır. Ekonomik faaliyetler arttıkça çevre sorunlarını da yeni kavramlarla ortaya çıkarmaktadır. Marjinal faydanın yaratacağı sosyal maliyetleri içine alabilecek yatırımların yapılmasıyla çevre kirliliğini en aza indiren ekonomik kalkınma hedeflenmelidir. Çevresel önleme maliyetleriyle en az çevre sorunu yaratan ve ekonomik gelişmeyi engellemeyen yeni yöntemler geliştirip ekonomik faaliyetlerin sürdürülmesinde kirlenme düzeyleri arasındaki farkları gidererek büyüme sağlanmalıdır.
Yatırım projelerinde çevre maliyetlerinin payını arttırıp kaynaklar etkin kullanılmalıdır. Çevre koruma ve geliştirme maliyetleri, ekonomik büyümeyi yavaşlatmayan bir stratejik tasarımla yönlendirilmelidir.
Teknolojik yenilenmeler ile bu soruna çözüm üretmek yerinde olabilecektir. Yeni teknolojilerle, üretimi sınırlamadan çevre sorunlarına çözüm getirmek 21.yüzyıl iktisat ve işletmecilerin en önemli sorumluluğu olduğu düşüncesi hakim olmalıdır.
İktisat biliminin stratejilerine uygun vergileme yöntemi ile çevre kirliliği denetim altına alınabilir. ABD, Almanya, Hollanda, Fransa, Norveç ve İsveç’te çeşitli adlar altında çevre vergisi alınmakta ve bu ülkelerin bazılarında çevre giderlerini muhasebe tekniğine uygun olarak kayıtlanmaktadır. Doğal kaynakların kullanımı bile üretimden beklentilerin yanında toplumun yararlarını da dikkate alan çevre ekonomisinin geliştirme zorunluluğu günümüzde daha da önemli duruma gelmiştir. Özellikle atık yönetimi kavramı ve atık değerlendirmede yapılan maliyet analizleri, bu görevleri sürdüren teknik elemanlara eğitim şeklinde tanımlatılmalı ve üniversitelerin de işbirliği içerisinde sürekli eğitim desteği ile çevre bilinci geliştirilmeye devam ettirilmelidir.

Çevre ve ekonomik maliyet ayrılmaz birlikteliklerini daha seviyeli bir yaşam modeli ile sürdürmek zorunda olduğu gerçeği ise kaçınılmaz bir durum olarak sürekli karşımızda olacaktır.

Erinç Yeldan /KÜRESEL BORÇLANMA


Krizin sekizinci yılını tamamlamak üzereyiz. Kapitalizmin “1930 Büyük Buhranı’ndan”bu yana en uzun süreli ve sistemik nitelikli krizi aşama aşama evriliyor. Bildiğimiz üzere krizin ilk aşaması 2008 Eylül ayında Amerika’da konut kredileri piyasasında“eşik altı - vasıfsız” varlıklara dayalı fonlama balonunun çözülmesi ile patlak vermiş; daha sonra da Avrupa kamu borç krizi ile derinleşmişti. Şimdi ise krizin üçüncü evresini yaşamaktayız: yükselen piyasa ekonomilerinde durgunluk ve yavaşlama... Sanki üç ayrı süreçte evrilmiş gibi gözüken küresel krizin ortak bir noktası var: küresel borçlanma. Kapitalizmin finansallaşması ile ortaya dökülen ucuz ve bol kredinin hane halkları, şirketler ve devletler arasında deyim neredeyse kapışılmasına dayalı borç sarmalı, küresel bir salgına dönüşmüş durumda. Borç sarmalına dayalı krizler elbette yeni bir olgu değil. Ancak tam da ana akım neoliberal iktisat yaklaşımının her türlü sorunun yanıtının bulunulduğuna inandığı bir dönemde -ve işler de tam istenildiği gibi düzene girmiş; küreselleşme denilen neoemperyalist yeni paylaşım süreci meyvelerini vermeye başlamış iken- kapitalizmin merkezlerinden çevre ekonomilerine borçlandırma yoluyla yayılan bu salgının çözümü yakın gelecekte gözükmüyor. Her üç evrede de özel sektörün borçlanma iştahı önemli bir açıklayıcı değişken olarak öne çıkmakta. İlk dönemde Amerikan konut piyasasına aktarılan küresel tasarruf fazlasının yarattığı köpükler, ikinci evrede Avrupa’nın Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda gibi çevre ekonomilerinde “siesta” öyküleriyle birleşerek büyük durgunluğa dönüşmekteydi. Durgunluğu aşmak için sürdürülen QE -miktar kolaylaştırması operasyonlarıyla varılan noktada da küresel faizler sıfır alt sınırına dayanmış; para piyasalarının yarattığı aşırı likidite bolluğu ise yükselen piyasa ekonomilerinde tasarruf,– yatırım dengesini tahrip etmişti. Bu süreçte iki grup ayrışma gözlendi: Birinci grupta cari işlemler fazlaları veren ve yüksek boyutta uluslararası rezerve sahip olan ekonomiler yer aldı. Çin ve Kore’nin başını çektiği bu grup, süregelen krizi düşük büyüme hızları ve yurtiçi talep odaklı büyümeyle aşma çabasında. Bu ülkeler küresel krizi, “durgunluk ve yavaşlayanbüyüme” üzerinden yaşamakta.İkinci grupta ise sermaye akımlarına aşırı bağımlı, yüksek cari işlemler açığı sergileyen ve cari işlemler açığını da ya mevcut rezervleri eriterek ya da kayıtdışı sermaye (net hata noksan) akımlarını uyararak karşılamaya çabalayan ülkeler var. Brezilya, Malezya ve elbette Türkiye, bu ülkeler grubu içerisinde. Görece yüksek enflasyon, düşük tasarruflar ve yüksek işsizlik ile söz konusu ekonomiler krizi daha sert bir çöküş yaşamadan, en iyi şartlarda “uzayan durgunluk” koşullarında aşma çabasında. Sermaye girişlerine aşırı bağımlılık bu ülkelerin ortak yazgısı olarak gözleniyor; Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed’in) artık bir yılan hikâyesine dönen faiz artırımı kararını da süregelen bir tehdit olarak algılamaktalar. Fed gerçekten beklenen faiz artırımına giderse ve Amerikan ekonomisi yeniden küresel tasarruf fazlasının merkez adresine dönüşürse, dünya ekonomisinin dengeleri 2008 başına geri döner mi? Amerika kaynaklı yeni bir borç-köpük sarmalı küresel krizi dördüncü bir evreye sürükler mi? Her ne kadar “aynı suda iki kez yıkanılmaz”denilmiş ise de...

Trabzonspor Marşı


İktisatçılar için çalışma soruları

1)Devletin Makro iktisadi bir aktör olarak yer aldığı;dış ticaretin söz konusu olmadığı bir ekonomide marjinal tasarruf eğilimi 0,2 ise çarpan kaçtır?
a) Bulunamaz    b) 7      c)5       d)3       e)1
2) Yurtdışı gelir düzeyi artarsa aşağıdakilerden hangisi gerçekleşir?
a) IS Eğrisi sağa doğru kayar
b) IS eğrisi sola doğru kayar
c) LM eğrisi sağa doğru kayar
d) LM eğrisi sola doğru kayar
e) LM eğrisi yatıklaşır
3) Eğer ekonomide dış açık ve eksik istihdam varsa hangi politikanın uygulanması doğru olur?
a) Genişletici mali politika
b) Genişletici para politikası
c) Daraltıcı para politikası
d) Daraltıcı maliye politikası
e) Gelirler politikası
4) Yabancı paranın ulusal para cinsinden fiyatına ne denir?
a) Dış açık
b) Döviz kuru
c) Revalüasyon
d) Devalüasyon
e) Kotasyon
5) Marjinal tasarruf eğiliminin yüksek olması aşağıdakilerden hangisinin göstergesidir?
a) Göreli olarak daha dik IS eğrisinin
b) Göreli olarak daha dik LM eğrisinin
c) Göreli olarak daha yatay IS eğrisinin
d) Göreli olarak daha yatay LM eğrisinin
e) Göreli olarak daha dik toplam harcama eğrisi
6) Kamu harcamalarının iç borçlanma yoluyla finanse edilmesi sonucu faiz oranının artmasına ve özel sektör yatırımlarının olumsuz etkilenmesine ne ad verilir?
a) Likidite tuzağı
b) Crowding out
c) Crowding in
d) Fisher etkisi
e) Keynes etkisi
7) Keynes’e göre aşağıdaki durumlardan hangisinde Para arzındaki artış faiz oranlarını etkilemez?
a) Ekonomi tam istihdamda olduğunda
b) Ekonomide fiyat istikrarı olduğunda
c) Ekonomi likitide tuzağında olduğunda
d) Ekonomi ara aralıkta olduğunda
e) Ekonomi klasik aralıkta olduğunda
8)Genişletici mali politika aşağıdakilerden hangisine yol açar?
a) Sadece tüketimi azaltır
b) Sadece yatırımları arttırır
c) Tüketimi ve yatırımları azaltır
d) Tüketimi ve yatırımları arttırır
e) Tüketimi arttırır ve yatırımları azaltır
9) Para arzının azalması aşağıdakilerden hangisine yol açar?
a) Gelir artışına
b) Döviz kuru artışına
c) Gelir ve faiz düşüşüne
d) Gelir ve faiz artışına
e) Faiz artışına
10) Para otoritesi faiz oranını sabit tutmaya yönelik bir politika izliyorsa; IS-LM modeline göre vergilerdeki bir artıştan gelir nasıl etkilenir?
a) Değişmez
b) Artar
c) Azalır
d) Kısa dönemde artar uzun dönemde azalır
e) Kısa dönemde azalır uzun dönemde artar
11) Merkez bankasının faiz oranlarını hedeflenmesi durumunda LM eğrinsin şekli nasıl olur?
a) Yatay
b) Dikey
c) Pozitif eğimli
d) Negatif eğimli
e) L Şeklinde    
12) I. Yatırımlar
      II. Faiz oranları
     III. Otonom Vergiler
Keynesyen yaklaşıma göre para arzı artışı yukarıdakilerden hangisini arttırır??
a) Yalnız I
b. Yalnız II
c) Yalnız III
d) I ve II
e) II ve III
13) Aşağıdakilerden hangisi milli gelirin bir unsuru değildir?
a) Tüketim harcamaları
b) Yatırım harcamaları
c) Faiz haddi
d) Kamu alımları
e) Net ihracat
14) Aşağıdakilerden hangisi tam sermaye hareketliliği
durumunda esnek kur sisteminde parasal genişlemenin
sonucudur?
a) Milli gelir artar, ulusal para değer kazanır, ticaret dengesi
 iyileşir
b) Milli gelir değişmez, net ihracat azalır
c) Milli gelir artar, ticaret dengesi iyileşir, ulusal para değer
 yitirir
d) Milli gelir artar, ticaret dengesi olumsuz etkilenir
e) Milli gelir değişmez ticaret dengesi iyileşir.
15) Açık ekonomide IS  eğrisi ile ilgili aşağıdaki yorumlardan hangisi doğrudur?
a) Açık ekonomide IS eğrisi paralel bir şekilde sağa doğru kayar
b) Açık ekonomide IS eğrisi paralel bir şekilde sola doğru kayar
c) Açık ekonomide IS eğrisi yatıklaşır
d) Açık ekonomide IS eğrisi dikleşir
e) Açık ekonomide IS eğrisi değişmez
16) Sermaye hareketliliğinin tam olduğu durumlarda ödemeler bilançosu eğrisinin konumu hakkında ne söylenebilir?
a. Reel gelir eksenine diktir
b. Pozitif eğimlidir
c. Reel gelir eksenine paraleldir
d. Negatif eğimlidir
e. Faiz eksenine paraleldir
17) Esnek kur sisteminde 1 doların 1,5 YTL den 2 YTL ye çıkması durumunda aşağıdakilerden hangisi gerçekleşir?
a) Revalüasyon
b) Cari açık
c) Ulusal paranın değer kazanması
d) Ulusal paranın değer kaybetmesi
e) Yabancı paranın değer kaybetmesi
18) Sabit döviz kuru ve sermayenin tam hareketliliği varsayımları altında aşağıdakilerden hangisini uygulamak etkin olacaktır?
a) Daraltıcı maliye politikası
b) Daraltıcı para politikası
c) Sıkı para politikası
d) Genişletici para politikası
e) Gelirler politikası
19) LM eğrisi üzerinde Keynesgil aralıkta hangi politika daha etkindir?
a) Para politikası
b) Maliye politikası
c) Gelirler politikası
d) İhracat politikası
e) Destekleyici politikalar
20)Marjinal tüketim eğilimininin düşük olması aşağıdakilerden hangisini gösterir?
a) LM eğrisinin göreli olarak daha yatık olduğunu
b) LM eğrisinin göreli olarak dik olduğunu
c) IS eğrinsin göreli olarak yatık olduğunu
d) IS eğrisinin göreli olarak dik olduğunu
e) LM eğrinsinin sonsuz eğimli olduğunu
21)Bir ekonomide tüketim harcamaları 100 birim, özel kesim tasarrufları 50 birim, vergiler 60 birim, yatırım harcamaları 45 birim, transfer ödemeleri 20 birim ve dış ticaret açığı 30 birim ise bu ekonomide denge milli gelir düzeyi kaç birimdir?
a) 190   b) 210   c) 230   d) 250   e) 270
22) İki kesimli bir ekonomide tüketim fonksiyonun denklemi C=800+0,6Y dir. Bu ekonomide yatırım harcamaları 1200 birim ise denge milli gelir düzeyi kaçtır?
a) 5000 b) 6000 c)7000  d)8000  e) 9000
23) Tüketim harcamalarında meydana gelen değişmelerin yatırımlar üzerinde meydana getireceği etkiye ne ad verilir?
a) Çarpan etkisi
b) Hızlandıran etkisi
c) İkame etkisi
d) Gelir etkisi
e) Fiyat etkisi.
24) Gelir 1200, tüketim 500, yatırımlar 400, devlet harcamaları 100 olan dışa açık bir ekonomide net ihracat miktarı kaçtır?
a) 300   b) 270   c) 220   d)200    e)100
25) Bir ekonomide tasarruflar 95, yatırımlar 50 kamu harcamaları 80 ihracat 40, ithalat 60 vergiler 35 olduğuna göre , transfer ödemeleri kaçtır?
a) 10     b) 20     c) 30     d)40      e)50
26) Toplam tüketim fonksiyonunun C=100+0,5Yd olduğu bir ekonomide hükümet harcamaları 500, planlanmış yatırımlar 150 ve vergilerde 500 birim ise denge milli gelir düzeyi kaç birimdir?
a) 800   b) 900   c)1000  d) 1100 e) 1200
27) Kapalı bir ekonomide marjinal tüketim eğilimi 0,9 ve vergi oranı 0,33 ise çarpan kaçtır?
a) 10     b9 5      c) 2,5    d) 2      e) 0,5
28) Belli bir dönemde bir ülke sınırları içinde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin toplam piyasa değerine ne denir?
a) GSMH       b) SMH  c) GSYİH d) KG  e)HG   
29) Bir ülkenin nüfusu 300.000, işgücü 200.000 ise ve 150.000 kişi istihdam ediliyorsa işsizlik oranı yüzde kaçtır?
a) 16,7  b) 25     c) 33,3  d) 50     e) 75
30)Keynesyen modelde istihdam düzeyinin temel belirleyicisi aşağıdakilerden hangisidir?
a) Tüketim düzeyi
b) Faiz hadleri
c) Fiyatlar
d) Ücretler
e) Toplam talep düzeyi