İzleyiciler

21 Eylül 2010 Salı

19 eylül 2010 Cumhuriyet/Akdeniz

SPEKÜLATİF YÖNLÜ BÜYÜME VE İSTİHDAM

Türkiye’nin büyüme dinamiklerine bakıldığında 2001 krizinden sonra sürekli bir büyüme trendine girdiği, fakat bu büyüme trendinin istihdam üzerindeki etkileri incelendiğinde ise herhangi bir katkısın olmadığı görülmektedir (Tüsiad,2004:23). Burada ısrarla üzerinde durulması gereken nokta büyümenin istihdam yaratmadığıdır. Aslında bu durum, istihdamın salt büyüme ile sağlanamayacağını, bunun yanında büyümenin istihdam dostu olması gerektiğini göstermektedir. Bu noktada ise işsizliğin yapısal boyutu gündeme gelmektedir.

Türkiye Ekonomisinde yaşanan büyümenin dışa bağımlı ve spekülatif bir karakter izlediği görülmektedir. Şimdi spekülatif yönlü büyüme ne anlama gelmektedir öncelikle bunu açıklamaya çalışalım. “Spekülatif-yönlü büyüme” kavram olarak, gelişmekte olan ülkelerde özendirilen yoğun sermaye girişlerine (Kısa Vadeli) dayalı büyüme olarak tanımlanabilir. Söz konusu sermaye girişleri çoğunlukla yüksek faiz aracılığıyla özendirilmekte ve kısa vadeli sıcak para girişlerinin yarattığı döviz bolluğu sayesinde ithalat hacmi genişlemektedir. Ancak bu finansman biçimi, kısa vadeli sıcak para girişlerine dayandığı için kalıcı bir finansman olanağından da bahsetmek mümkün değildir. Çünkü en küçük bir şok ya da tedirginlik durumunda ülkeye giren bu sıcak para tekrar ülke dışına çıkmaktadır. Bu da finansal bir kriz için öncü gösterge olarak kabul edilebilir. Sıcak para akımlarına dayalı bu tür bir büyüme de istikrarsız bir büyüme olarak adlandırılabilir.

Daha net bir tespit için Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2010’un ikinci çeyreğinde açıkladığı milli gelir rakamlarına bakmak gerekir. 2010’un ikinci çeyreğindeki milli gelir artışının ardında yatan en önemli kalemlerin özel tüketim ve özel sabit sermaye yatırım harcamaları olduğu görülmektedir. Özel tüketim harcamalarında geçen yıl görece gözlenen 1.06 milyar TL’lik artış, ulusal gelirdeki toplam 2.41 milyar TL’lik artışın yarısını açıklamaktadır. Özel yatırımlar söz konusu dönemde 1.23 milyar artmıştır. Fakat bunun da 0.9 milyarı makine teçhizat alımlarından oluşmaktadır.

Türk özel sektörünün ulusal gelirdeki artışın yüzde 40’ını veren makine teçhizat alımlarının kaynağı ise doğrudan doğruya ithalata dayalı bir unsurdur. Türkiye ekonomisinin İthalat talebi bu dönemde yüzde 17.8’lik bir artışla 1.07 milyar TL daha yükseldiğini görülmektedir. İhracattaki artışımıza baktığımız da ise sadece 0.69 milyar TL düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu da Türkiye’nin dış ticaret açığının arttığı anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla Türkiye ekonomisi dış açığını finanse edebildiği, yani dışarıdan borçlanmasını sürdürebildiği sürece büyümeyi sürdürebilecektir. Sıcak para girişinin azaldığı ya da kesildiği durumda ise büyümenin yavaşlayacağı söylenebilir. Sonuç olarak Türkiye’nin yüksek büyüme hızlarına ulaştığı bu konjonktürde işsizlik oranında ciddi herhangi bir gerilemenin olmadığı görülmektedir. İstihdamı yaratacak büyümeyi sağlayacak politikalar kamu sektörü yatırımlarının arttırılması ve beşeri sermayenin geliştirilmesi yönünde olmalıdır. Bunun için öncelikli yatırım alanları; eğitim ve sağlık gibi toplumsal hizmet alanları ve sanayileşme tercihleri kapsamında teknolojinin de bir parçası olacak sektörlere yatırım yapmaktır. Bu politika önerisi aslında emek piyasasının arz yönüne değil talep yönüne vurgu yapmaktadır.