İzleyiciler

7 Temmuz 2016 Perşembe

KAPİTALİZM

Kapitalizm
ÇıkışıEkonomik sistem olarak değerlendirildiğinde kapitalizm, dört üretim faktöründen üçüne göre biçim alabilen bir ekonomik sistem. Dört üretim faktörü; emek, sermaye, doğal kaynaklar ve girişim gücü olarak sayılıyor (bunların üretimden aldıkları paylar da sırasıyla; ücret, faiz, rant ve kâr olarak belirleniyor.) Emeğin kapitalizmi olmuyor. Emek, ekonomik sistemin yönetim ve yönlendirilmesinde başrole geçiyorsa o zaman sistemin adı sosyalizm (ya da derecesine göre sosyal demokrasi, komünizm) oluyor. Buna karşılık eğer toprak sahiplerinin üretim araçlarının mülkiyetine sahip olduğu tarım ağırlıklı bir sistem söz konusuysa tarım kapitalizmi, ticaret burjuvazisinin üretim araçlarının mülkiyetine sahip olduğu ticaret ağırlıklı bir sistem söz konusuysa ticaret kapitalizmi söz konusu oluyor.
Tarım kapitalizmi ortaçağda yaşanmış olan feodalizmin, ticaret kapitalizmi ise yeniçağda yaşanmış olan merkantilizmin sistemi. 19. yüzyılda başlayan sanayi devrimiyle birlikte kapitalizm bu kez sanayi kapitalizmine dönüştü. 20. yüzyılda da finans kapitalizmi ortaya çıktı. Bugün kapitalizm dediğimiz sistem büyük ölçüde sanayi ve finans kapitalizminin ortak görünümünü yansıtıyor. Bugünkü sanayi – finans kapitalizmi ağırlıklı sistemde feodal yapısını büyük ölçüde kaybetmiş olsa da tarım kapitalizmi ve merkantilist yapısı değişmiş olsa da ticaret kapitalizmi hala geçerliliğini koruyor. Ne var ki sanayi ve finans kapitalizminin yanında ağırlıkları o kadar fazla hissedilmiyor. O nedenle bugün kapitalizm dendiğinde büyük ölçüde sanayi ve finans kapitalizminin birlikte oluşturdukları yapı anlaşılıyor.
Tanımı ve özellikleriBugünkü çerçevede ele alırsak bir ekonomik sistem olarak kapitalizmin; üretim araçlarının sahipliğinin ve denetiminin özel kesim elinde olduğu bir sistem olarak tanımlandığını görürüz. Özel kesim, bu araçları, konulmuş kurallar içinde, kendi çıkarları için yönlendirir ve kullanır. Bu yönlendirme piyasa ekonomisi çerçevesinde arz ve talep kurallarına göre olur. Kapitalizmin temel itici gücü en yüksek çıkarın elde edilmeye çalışılmasıdır. Bu çerçevede üretici en düşük maliyetlerle en yüksek kârı, tüketici en düşük harcamayla en yüksek tatmini elde etmeyi amaçlar. Sonuçta üreticinin, tüketicinin, tasarruf sahibinin, yatırım yapanın, devletin çıkarları birbirini dengeler ve toplum için ideal bir denge ortaya çıkar. Bir başka ifadeyle herkesin kendi öz çıkarını en üst noktaya taşımaya çalışması, ekonomik refahın da en üst noktaya çıkmasını sağlayan bir dengeye ulaşmamızı sağlar.
Klasik iktisatçılar (Adam Smith’den Alfred Marshall’a kadar uzanan kuşak) kapitalist sistemde, sistemin özünü bozacak, çıkar – yarar dengesini zedeleyecek müdahaleler ve düzenlemeler yapılmadığı takdirde, sistemin her zaman dengede olacağını öne sürerler. Arada bir ortaya çıkacak dengesizliklerin geçici olacağını ve müdahale edilmediği sürece sistemin dengeyi yeniden kendiliğinden sağlayacağını iddia ederler.
GerçeklerBu iddialara karşın sanayi – finans kapitalizmi irili ufaklı birçok kriz yaşadı. Bunlardan ikisi çok büyük çaplı ve uzun süreli oldu. İlki 1873 yılında başlayıp yaklaşık çeyrek yüzyıl süren Uzun Depresyon, ikincisi de 1929 yılında başlayıp 10 yıla yakın süre devam eden Büyük Depresyon’dur.
Keynes, kapitalizmin, kendi kendini dengeye getirecek güçlere sahip olduğu iddiasının boş olduğunu, ekonominin kendi haline bırakıldığı takdirde işsizliğin artmaya devam edeceğini ve durgunluk ya da küçülmenin büyümeye döndürülemeyeceğini öne sürdü. Gerçekten de kapitalizm, kişilerin ve kurumların kendi çıkarlarını maksimize etme peşinde koşarken bir yandan da toplumun genel refahını maksimize etmelerini otomatik olarak sağlamıyor, bazen tam tersine krizlere yol açabiliyordu. Gelişmiş dünyada Keynes’in yaklaşımı uygulandıktan sonra kapitalizm krizden çıkabildi.
Kapitalizm, benzer krizleri yaşamaya devam ediyor. Büyük Depresyondan sonra da irili ufaklı birçok krizle karşılaşan kapitalizmin o tarihten bu yana yaşadığı en büyük kriz halen içinden geçmekte olduğumuz Küresel Krizdir.
Hangi kapitalizm?Kapitalizm, her ne kadar yukarıda ortak bir çerçeve içinde tanımlanmış bir sistem olarak görünse de aslında bu sistemi uygulayan ülkelere baktığımızda sistem böyle ortak bir çerçeveye sığmıyor.
Kimi ülkelerde kurallar iyi çerçevelenmiş olduğu için sistem, ortak refahın sağlanmasına yönelik olarak daha etkin çalışabiliyor. Gelişmiş batı ülkeleri, Japonya bunlara örnek olarak verilebilir. Ne var ki bu ekonomilerde kurallar, yaratıcılığa daha fazla yer açmak için gevşetildiğinde kriz çıkabiliyor. Bunu küresel kriz döneminde fazlasıyla gözlemledik. 1980’lerde başlayıp 2000’lerin ilk on yılına kadar uzanan dönemde moda olan deregülasyon, denetimlerin gevşetilmesi, piyasaların kendi haline bırakılması yaklaşımları sonunda kriz çıktı. Uzun Depresyon ve Büyük Depresyon, sistemin kendiliğinden dengeye geleceği iddiasının ve dolayısıyla görünmeyen elin düzelmesine bırakılmasının kriz yaratabileceğini göstermişti. Küresel kriz, kuralların fazla gevşetilmesinin, denetimlerin asgari düzeye düşürülmesinin de kriz yaratabileceğini kanıtladı.
Kimi ülkelerde üretim araçlarının mülkiyeti ağırlıklı olarak kamu kesiminde bulunuyor. Özel kesim şirketleri ancak kamu kesiminin izin verdiği alanlarda kamu kesiminin kurduğu şirketlerle birlikte üretim yapıyorlar. Çin ve Kore, kapitalizmin bu tür uygulanmasının örnekleri arasındadır. Bu örgütlenme biçimi tam olarak kapitalist bir üretim biçimi tanımına uymuyor.
Bütün bu farklılıklara karşın bugünkü küresel sistem kapitalizmin her yerde egemen olduğu bir dünya sistemini tanımlıyor.
Kapitalizmin bugünkü yüzüYukarıda da değindiğim gibi bugün sanayi ve finans ağırlıklı kapitalizmin tek bir tanımını yapmak doğru olmayabilir. Tanımlamayı üretim araçlarının mülkiyetinden ya da çıkar – yarar ilişkisinden giderek yapmak yerine uygulamaya bakarak yapmak belki daha doğru olacak.
Batının gelişmiş ekonomilerinden bazılarına baktığımızda ‘büyük sermaye kapitalizmi’ geçerli görünüyor. Bu ülkelerde birçok piyasada artık kapitalizmin romantik çağlarında olduğu gibi serbest piyasa sistemi ve serbest rekabet değil oligopolistik piyasa sistemi ve sınırlı rekabet söz konusu.
Rusya’ya baktığımızda bambaşka bir kapitalizm görüyoruz. Eskinin sosyalist ekonomisi, 1980’lerde içinde girdiği küreselleşmeye geçiş aşaması sonrasında, kuralların kişilere göre oluşturulduğu, az sayıda ayrıcalıklı bir grubun, kamu kaynaklarının da desteğini de alarak nemalandığı bir kapitalist sisteme dönüştü. Bu sisteme kapitalizm demektense belki ‘oligarşik kapitalizm’ demek daha doğru olur.
Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda da durum farklı görünüyor. Bu ülkelerde kurallar iyi belirlenmediği, demokrasi tam olarak oturmadığı için piyasalara iyi niyetli olmayan müdahaleler yapılabiliyor. Yolsuzluklara açık düzenleme ve uygulamaların varlığı bu ülkelerde sürekli siyasal veya ekonomik kriz yaşanmasına neden oluyor. Bu durumdaki ülkelerin uyguladığı sistemi kapitalizm olarak değil ‘ahbap çavuş kapitalizmi’ olarak adlandırmak gerekir.  
Tuhaf bir durum belki ama bugün kapitalizmi en doğru uygulayan ülkeler aslında sosyalizm ile kapitalizmin karma bir uygulaması içinde bulunan Kuzey Avrupa ülkeleri (İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka.)
Kapitalizm nereye gider?Yaklaşık 90 yıl önce kapitalizmin kendi haline bırakılması durumunda kriz yaratacağını söyleyen Keynes haklıydı. Kapitalizm, Adam Smith'in görünmeyen eline bırakıldığı ya da çıkar – yarar ilişkisinin her şeyi en iyi biçimde düzenleyeceğine güvenip de kurallar ve denetimler gevşetildiği zaman kriz yaratıyor. Bunu hala içinde çabaladığımız küresel kriz bize açıkça bir kez daha gösterdi.
Bu gerçeklere karşılık kapitalizm büyümeye koşullanmış bir sistem. Büyüme durduğunda sistem çökme noktasına geliyor. Kapitalizmin giderek kuralları gevşetmesinin, denetimi hafifletmesinin, bazı yolsuzlukları görmezden gelmesinin ardında bu korku yatıyor. Varsın kurallar gevşesin, varsın denetim olmasın, varsın biraz yolsuzluk da olsun yeter ki büyüme devam etsin. Ne var ki bu da artık eskisi kadar kolay değil. Çünkü ekonomik büyüme artık sınırlara gelip dayandı. Büyümenin buradan öteye zorlanması dünyayı birçok olumsuzluğun içine itecek gibi görünüyor. Geldiğimiz nokta ya büyüme ya da dünya gibi bir seçime götürüyor bizi.
Bir Kızılderili sözüyle bitireyim: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”Yazar: Mahfi Eğilmez

x

KAPİTALİZM

Kapitalizm
ÇıkışıEkonomik sistem olarak değerlendirildiğinde kapitalizm, dört üretim faktöründen üçüne göre biçim alabilen bir ekonomik sistem. Dört üretim faktörü; emek, sermaye, doğal kaynaklar ve girişim gücü olarak sayılıyor (bunların üretimden aldıkları paylar da sırasıyla; ücret, faiz, rant ve kâr olarak belirleniyor.) Emeğin kapitalizmi olmuyor. Emek, ekonomik sistemin yönetim ve yönlendirilmesinde başrole geçiyorsa o zaman sistemin adı sosyalizm (ya da derecesine göre sosyal demokrasi, komünizm) oluyor. Buna karşılık eğer toprak sahiplerinin üretim araçlarının mülkiyetine sahip olduğu tarım ağırlıklı bir sistem söz konusuysa tarım kapitalizmi, ticaret burjuvazisinin üretim araçlarının mülkiyetine sahip olduğu ticaret ağırlıklı bir sistem söz konusuysa ticaret kapitalizmi söz konusu oluyor.
Tarım kapitalizmi ortaçağda yaşanmış olan feodalizmin, ticaret kapitalizmi ise yeniçağda yaşanmış olan merkantilizmin sistemi. 19. yüzyılda başlayan sanayi devrimiyle birlikte kapitalizm bu kez sanayi kapitalizmine dönüştü. 20. yüzyılda da finans kapitalizmi ortaya çıktı. Bugün kapitalizm dediğimiz sistem büyük ölçüde sanayi ve finans kapitalizminin ortak görünümünü yansıtıyor. Bugünkü sanayi – finans kapitalizmi ağırlıklı sistemde feodal yapısını büyük ölçüde kaybetmiş olsa da tarım kapitalizmi ve merkantilist yapısı değişmiş olsa da ticaret kapitalizmi hala geçerliliğini koruyor. Ne var ki sanayi ve finans kapitalizminin yanında ağırlıkları o kadar fazla hissedilmiyor. O nedenle bugün kapitalizm dendiğinde büyük ölçüde sanayi ve finans kapitalizminin birlikte oluşturdukları yapı anlaşılıyor.
Tanımı ve özellikleriBugünkü çerçevede ele alırsak bir ekonomik sistem olarak kapitalizmin; üretim araçlarının sahipliğinin ve denetiminin özel kesim elinde olduğu bir sistem olarak tanımlandığını görürüz. Özel kesim, bu araçları, konulmuş kurallar içinde, kendi çıkarları için yönlendirir ve kullanır. Bu yönlendirme piyasa ekonomisi çerçevesinde arz ve talep kurallarına göre olur. Kapitalizmin temel itici gücü en yüksek çıkarın elde edilmeye çalışılmasıdır. Bu çerçevede üretici en düşük maliyetlerle en yüksek kârı, tüketici en düşük harcamayla en yüksek tatmini elde etmeyi amaçlar. Sonuçta üreticinin, tüketicinin, tasarruf sahibinin, yatırım yapanın, devletin çıkarları birbirini dengeler ve toplum için ideal bir denge ortaya çıkar. Bir başka ifadeyle herkesin kendi öz çıkarını en üst noktaya taşımaya çalışması, ekonomik refahın da en üst noktaya çıkmasını sağlayan bir dengeye ulaşmamızı sağlar.
Klasik iktisatçılar (Adam Smith’den Alfred Marshall’a kadar uzanan kuşak) kapitalist sistemde, sistemin özünü bozacak, çıkar – yarar dengesini zedeleyecek müdahaleler ve düzenlemeler yapılmadığı takdirde, sistemin her zaman dengede olacağını öne sürerler. Arada bir ortaya çıkacak dengesizliklerin geçici olacağını ve müdahale edilmediği sürece sistemin dengeyi yeniden kendiliğinden sağlayacağını iddia ederler.
GerçeklerBu iddialara karşın sanayi – finans kapitalizmi irili ufaklı birçok kriz yaşadı. Bunlardan ikisi çok büyük çaplı ve uzun süreli oldu. İlki 1873 yılında başlayıp yaklaşık çeyrek yüzyıl süren Uzun Depresyon, ikincisi de 1929 yılında başlayıp 10 yıla yakın süre devam eden Büyük Depresyon’dur.
Keynes, kapitalizmin, kendi kendini dengeye getirecek güçlere sahip olduğu iddiasının boş olduğunu, ekonominin kendi haline bırakıldığı takdirde işsizliğin artmaya devam edeceğini ve durgunluk ya da küçülmenin büyümeye döndürülemeyeceğini öne sürdü. Gerçekten de kapitalizm, kişilerin ve kurumların kendi çıkarlarını maksimize etme peşinde koşarken bir yandan da toplumun genel refahını maksimize etmelerini otomatik olarak sağlamıyor, bazen tam tersine krizlere yol açabiliyordu. Gelişmiş dünyada Keynes’in yaklaşımı uygulandıktan sonra kapitalizm krizden çıkabildi.
Kapitalizm, benzer krizleri yaşamaya devam ediyor. Büyük Depresyondan sonra da irili ufaklı birçok krizle karşılaşan kapitalizmin o tarihten bu yana yaşadığı en büyük kriz halen içinden geçmekte olduğumuz Küresel Krizdir.
Hangi kapitalizm?Kapitalizm, her ne kadar yukarıda ortak bir çerçeve içinde tanımlanmış bir sistem olarak görünse de aslında bu sistemi uygulayan ülkelere baktığımızda sistem böyle ortak bir çerçeveye sığmıyor.
Kimi ülkelerde kurallar iyi çerçevelenmiş olduğu için sistem, ortak refahın sağlanmasına yönelik olarak daha etkin çalışabiliyor. Gelişmiş batı ülkeleri, Japonya bunlara örnek olarak verilebilir. Ne var ki bu ekonomilerde kurallar, yaratıcılığa daha fazla yer açmak için gevşetildiğinde kriz çıkabiliyor. Bunu küresel kriz döneminde fazlasıyla gözlemledik. 1980’lerde başlayıp 2000’lerin ilk on yılına kadar uzanan dönemde moda olan deregülasyon, denetimlerin gevşetilmesi, piyasaların kendi haline bırakılması yaklaşımları sonunda kriz çıktı. Uzun Depresyon ve Büyük Depresyon, sistemin kendiliğinden dengeye geleceği iddiasının ve dolayısıyla görünmeyen elin düzelmesine bırakılmasının kriz yaratabileceğini göstermişti. Küresel kriz, kuralların fazla gevşetilmesinin, denetimlerin asgari düzeye düşürülmesinin de kriz yaratabileceğini kanıtladı.
Kimi ülkelerde üretim araçlarının mülkiyeti ağırlıklı olarak kamu kesiminde bulunuyor. Özel kesim şirketleri ancak kamu kesiminin izin verdiği alanlarda kamu kesiminin kurduğu şirketlerle birlikte üretim yapıyorlar. Çin ve Kore, kapitalizmin bu tür uygulanmasının örnekleri arasındadır. Bu örgütlenme biçimi tam olarak kapitalist bir üretim biçimi tanımına uymuyor.
Bütün bu farklılıklara karşın bugünkü küresel sistem kapitalizmin her yerde egemen olduğu bir dünya sistemini tanımlıyor.
Kapitalizmin bugünkü yüzüYukarıda da değindiğim gibi bugün sanayi ve finans ağırlıklı kapitalizmin tek bir tanımını yapmak doğru olmayabilir. Tanımlamayı üretim araçlarının mülkiyetinden ya da çıkar – yarar ilişkisinden giderek yapmak yerine uygulamaya bakarak yapmak belki daha doğru olacak.
Batının gelişmiş ekonomilerinden bazılarına baktığımızda ‘büyük sermaye kapitalizmi’ geçerli görünüyor. Bu ülkelerde birçok piyasada artık kapitalizmin romantik çağlarında olduğu gibi serbest piyasa sistemi ve serbest rekabet değil oligopolistik piyasa sistemi ve sınırlı rekabet söz konusu.
Rusya’ya baktığımızda bambaşka bir kapitalizm görüyoruz. Eskinin sosyalist ekonomisi, 1980’lerde içinde girdiği küreselleşmeye geçiş aşaması sonrasında, kuralların kişilere göre oluşturulduğu, az sayıda ayrıcalıklı bir grubun, kamu kaynaklarının da desteğini de alarak nemalandığı bir kapitalist sisteme dönüştü. Bu sisteme kapitalizm demektense belki ‘oligarşik kapitalizm’ demek daha doğru olur.
Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda da durum farklı görünüyor. Bu ülkelerde kurallar iyi belirlenmediği, demokrasi tam olarak oturmadığı için piyasalara iyi niyetli olmayan müdahaleler yapılabiliyor. Yolsuzluklara açık düzenleme ve uygulamaların varlığı bu ülkelerde sürekli siyasal veya ekonomik kriz yaşanmasına neden oluyor. Bu durumdaki ülkelerin uyguladığı sistemi kapitalizm olarak değil ‘ahbap çavuş kapitalizmi’ olarak adlandırmak gerekir.  
Tuhaf bir durum belki ama bugün kapitalizmi en doğru uygulayan ülkeler aslında sosyalizm ile kapitalizmin karma bir uygulaması içinde bulunan Kuzey Avrupa ülkeleri (İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka.)
Kapitalizm nereye gider?Yaklaşık 90 yıl önce kapitalizmin kendi haline bırakılması durumunda kriz yaratacağını söyleyen Keynes haklıydı. Kapitalizm, Adam Smith'in görünmeyen eline bırakıldığı ya da çıkar – yarar ilişkisinin her şeyi en iyi biçimde düzenleyeceğine güvenip de kurallar ve denetimler gevşetildiği zaman kriz yaratıyor. Bunu hala içinde çabaladığımız küresel kriz bize açıkça bir kez daha gösterdi.
Bu gerçeklere karşılık kapitalizm büyümeye koşullanmış bir sistem. Büyüme durduğunda sistem çökme noktasına geliyor. Kapitalizmin giderek kuralları gevşetmesinin, denetimi hafifletmesinin, bazı yolsuzlukları görmezden gelmesinin ardında bu korku yatıyor. Varsın kurallar gevşesin, varsın denetim olmasın, varsın biraz yolsuzluk da olsun yeter ki büyüme devam etsin. Ne var ki bu da artık eskisi kadar kolay değil. Çünkü ekonomik büyüme artık sınırlara gelip dayandı. Büyümenin buradan öteye zorlanması dünyayı birçok olumsuzluğun içine itecek gibi görünüyor. Geldiğimiz nokta ya büyüme ya da dünya gibi bir seçime götürüyor bizi.
Bir Kızılderili sözüyle bitireyim: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”Yazar: Mahfi Eğilmez

x

10 soruda GSYİH

10 soruda GSYH ile ilgili bilmek istedikleriniz!

2023 hedeflerinden biri, Türkiye’yi dünyanın en büyük Gayrı Safi Yurtiçi Hasılasına (GSYH’sına) sahip ilk on ekonomiden biri haline getirmek. Siyasetçiler ve iktisatçılar bize GSYH’nın artmasının iyi bir şey olduğunu söylüyor. Gazeteler hemen her gün GSYH’den ve GSYH’nin büyümesinden bahsediyor. Peki, nedir bu GSYH? Neyi ölçer?
1. GSYH nedir?
Gayrisafi Yurtiçi Hasıla, belirli bir dönem (mesela, 1 yıl) içinde, yurt içinde üretilmiş nihai mal ve hizmetlerin piyasa değeridir. Örneğin, Türkiye’nin GSYH’sı, Türkiye’de bir yıl içinde üretilen tüm mal ve hizmetlerin piyasa değerini ifade eder. Ya da bir yıl içinde Türkiye’de üretilen mal ve hizmetlere yapılan harcamaların, yani tüketim, yatırım ve kamu harcamalarının toplamı olarak düşünülebilir. Gayrisafi denilmesinin nedeni, aşınmayı ve eskimeyi dikkate almamasıdır. GSYH genellikle bir ülkenin toplam gelirinin bir ölçütü olarak kullanılır.
2. GSYH her üretimi, her iktisadi faaliyeti ölçer mi?
GSYH, her üretimi, her iktisadi faaliyeti ölçmez. Örneğin, evde kendi başınıza yaptığınız ve tükettiğiniz şeyler (yemek, temizlik vb.) GSYH’de dikkate alınmaz. Gönüllü olarak verilen, bakım hizmetleri gibi hizmetler de GSYH hesabında dikkate alınmaz. Akdeniz’deki balık sayısının artması, zıpkınla avlayıp eve götürdüğünüz balık sayısını arttırabilir ama bu GSYH hesaplamasında dikkate alınmaz. Dolayısıyla, Türkiye’nin milli gelirini arttırmaz. Öte yandan, balık çiftliklerindeki balık sayısı artınca, bu GSYH hesaplanırken dikkate alınır ve milli geliri arttırır (ESA2010*, 3.07).
3. GSYH, bedelsiz sağlanan, piyasada satılmayan şeyleri içerir mi?
Evet. Her ne kadar sizin evde yemek veya temizlik yapmanız dikkate alınmasa da piyasada satılmayan veya para karşılığı sunulmayan bazı ürün ve hizmetler GSYH’nın hesaplanmasında dikkate alınır. Örneğin, çiftçilerin kendi tüketimleri için yaptıkları üretim veya imece usulü yapılan inşaatlar dikkate alınır. Kamu kurumlarının bedelsiz sağladığı kamu hizmetleri de GSYH kapsamına girer. Bunlar için bir piyasa fiyatı oluşmadığı için, hesaplama maliyetler üzerinden yapılır (SNA2008*, 2.59, 6.130). Örneğin, kamu eğitim hizmeti, eğitim faaliyetlerinin maliyeti dikkate alınarak GSYH’ya eklenir. Yani GSYH hesaplanırken her şeyin değeri piyasa fiyatlarıyla hesaplanmaz. Piyasa için üretim yapmayan pek çok dernek, vakıf, kulübün bedelsiz olarak sağladığı hizmetlerin değeri GSYH hesaplamasında yerini bulur.
4. Uyuşturucu üretimi, kaçakçılık gibi yasal olmayan faaliyetlerin artması milli geliri arttırır mı?
Şaşıracaksınız ama evet! GSYH hesaplanırken, üretilen şeyin yasal bir şekilde üretilip üretilmediğine bakılmaz. Dolayısıyla, yasal olmayan iktisadi faaliyetler GSYH hesaplamasında dikkate alınır. Uyuşturucu üretimi, kumar ve fuhuş gibi yasa dışı faaliyetler ve yasalara uygun olmayan şekilde üretilen ürünler ve hizmetler arttığında (diğer şeyler aynıyken) GSYH de artar (SNA2008*, 3.96, 6.39, 6.42, 19.35, 25.25, 25.31; ESA2010*, 3.8, 11.26; TÜİK2012*, 1.1.4).
Benzer bir şekilde (diğer şeyler aynıyken) kayıt dışı ekonominin büyümesi de GSYH’yi arttırır. GSYH hesaplanırken, tıpkı yasa dışı iktisadi faaliyetler gibi, kayıt dışı iktisadi faaliyetler de dikkate alınır. Daha doğrusu kayıt dışı mal ve hizmet üretiminin boyutu tahmin edilmeye çalışılır (SNA2008*, 25. Bölüm, TÜİK2012*, 1.1.4).
5. GSYH’yı hesaplamak zor ve karmaşık bir iş midir?
Evet, hem de çok! GSYH’yı hesaplayabilmek için neyin ne kadar üretildiğini tespit etmek ve hangi malın/hizmetin kaç liradan satıldığını belirlemek gerekir. Piyasa dışı üreticilerin ürünleri içinse maliyetleri hesaplamak gerekir. Bunlar yapılırken, her malın üretiminde kullanılan ara malların değerinin de hesaplanmasına ihtiyaç vardır. Hizmetlerin değerinin ölçülmesi ise hizmetlerin tanımlanmasındaki ve ölçülmesindeki zorluklar nedeniyle apayrı bir derttir.
GSYH’nın hesaplanmasındaki zorluklar nedeniyle, TÜİK gibi istatistik kuruluşları, karmaşık hesaplama yöntemleri kullanır. Tüm iktisadi faaliyetleri ölçmek imkânsız olduğu için verilerin bulunamadığı veya eksik olduğu yerlerde de tahminler yapılır. Anketler, sayımlar yapılır, idari kayıtlar incelenir, mal akımları takip edilir, farklı kaynaklardan gelen veriler hataları ayıklamak için karşılaştırılır, dolaylı yöntemler kullanılarak kayıt dışı faaliyetlerin izi sürülür… Özetle, GSYH, ancak meşakkatli bir sürecin sonunda hesaplanabilir.
TÜİK, GSYH hesaplamasını yaparken Birleşmiş Milletler’in Ulusal Hesaplar Sistemi’nin (SNA) sınıflamasını kullanıyor. İstatistikleri Avrupa Hesaplar Sistemi’ne (ESA95) uygun olarak hazırlıyor. Bunlar ülkelerin verilerinin karşılaşStırılabilir olması için kullanılan standartlar. GSYH hesaplama işinin ne kadar detaylı, kapsamlı ve karmaşık bir iş olduğunu anlamak için BM’in Ulusal Hesaplar Sistemi’ne (SNA2008’e) bakmak yeterli.*772 sayfalık bir dokümandan bahsediyorum! Son Avrupa Hesaplar Sistemi belgesi (ESA2010) ise 688 sayfa!* Hesaplamaların nasıl yapıldığı ile ilgili özet bir doküman arıyorsanız, 2012 yılında TÜİK’in yayınladığı “Üretim ve Harcama Yöntemi ile GSYH tahminler: Kavram, Yöntem ve Kaynaklar”* başlıklı 91 sayfalık belgeye bakabilirsiniz. Bu belgeleri incelediğinizde göreceğiniz şey şu: GSYH hesaplamak oldukça karmaşık bir iştir.
6. GSYH’yi ölçmekte kullanılan yöntem sonuçlara ne kadar etki ediyor?
Çok! Belki hatırlarsınız, Nijerya yakın bir zaman önce bir gecede Afrika’nın en büyük ekonomisi haline geldi. 1990’lardan beri uyguladığı GSYH hesaplama yöntemini bir kenara bıraktı ve hesaplamayı yeni bir yöntemle yaparak bir gecede GSYH’sını %75 arttırdı.* Benzer bir şekilde, 2008 yılında TÜİK’in yöntem değişikliği ile Türkiye’nin GSYH’sı bir gecede %37 artmıştı.* 2010’da da kişi başına gelirimiz (yine bir yöntem değişikliği ile) bir gecede 2 bin 354 dolar artmıştı.* Özetle, GSYH’nın tanımı, yapılan varsayımlar ve hesaplama yöntemi, GSYH’nın büyüklüğüne büyük ölçüde etki ediyor.
7. GSYH’yi hesaplama yöntemi neden değiştiriliyor?
Hesaplama yöntemini değiştirerek GSYH’nın ve milli geliri arttırmanın bir göz boyama hatta bir üçkâğıt olduğunu düşünebilirsiniz. Ama değil. Ekonomilerin yapısı değiştikçe, hesaplama yöntemlerini, tanımları ve varsayımları değiştirmek de bir zorunluluk haline geliyor. Örneğin, hizmetler sektörünün önemi gittikçe artıyor. Yeni teknolojiler ortaya çıktıkça, üretim ve iş yapma biçimleri değişiyor. Daha önce ölçülmeyen pek çok iktisadi faaliyet kolu ortaya çıkıyor. GSYH hesaplama yöntemi de bu gelişmelere paralel olarak değiştiriliyor ve güncelleniyor. Örneğin, araştırma geliştirme (Ar-Ge) harcamaları eski hesaplama sisteminde yatırım harcaması olarak dikkate alınmıyordu ama Avrupa Hesaplar Sistemi Ar-Ge’yi bir yatırım kalemi olarak alacak şekilde güncellendi (ESA2010). Bu değişikliğin Avrupa Birliği, GSYH’sını %2 oranında arttırması bekleniyor.* Diğer ülkeler gibi Türkiye de gelecek dönemlerde bu yeni yöntemi kullanacak.
Ne var ki, GSYH hesaplama yöntemi çoğu zaman modern ekonomilerdeki hızlı değişimin gerisinde kalıyor. Bugün dijital teknolojilerin ve finansal küreselleşmenin etkilerinin GSYH hesaplarına tam olarak yansıtılabildiği söylenemez.*
8. Yani GSYH, her şeyi ölçmediği gibi, ölçülen şeyleri de tam olarak ölçmez. Öyle mi?
Aynen. Tüm bu çabalara rağmen, bir ülkenin GSYH’sı, o ülkenin belirli bir dönem içindeki mal ve hizmet üretimi ile ilgili sayısız tahmin ve ölçümün bir araya getirilmesiyle oluşur. Çoğu zaman veriler eksik ve tutarsızdır. Her üretim kalemini GSYH’ye yansıtmak zordur. GSYH içinde yer alan, yasa dışı ve kayıt dışı üretimi ölçmek zaten zordur. Üstelik, GSYH hesaplaması tüm üretken iktisadi faaliyetleri yansıtamaz. Bu sebeple, GSYH hesaplamaları kesinlik iddiası taşımaz.
9. GSYH’yı bir refah ölçütü olarak kabul edebilir miyiz?
Bize sık sık şu söyleniyor: “GSYH artınca refah da artar, insanlar daha mutlu olur, daha iyi bir yaşama sahip olurlar”. Ancak, GSYH bir refah ölçütü değildir. Bir ülkenin toplam gelirinin artmasının o ülkede yaşayanların refahını arttırması şart değildir. GSYH hesaplanırken, refahı arttırıp arttırmadığına bakmadan, tüm üretim faaliyetleri ölçülür. İnsanların refahlarını veya yaşam standartlarını azaltan bazı üretim faaliyetleri de GSYH’nın artmasına neden olabilir. Örneğin, GSYH hesaplanırken, çevreyi kirleten bir fabrikanın veya doğal hayatı yok eden bir havalimanı inşaatının, insanların refahını ne ölçüde azalttığı dikkate alınmaz. Benzer bir şekilde, savaş harcamaları, üretilen tabancalar, tüfekler ve kruvazörler, GSYH’yı arttırır ama GSYH hesaplanırken, bu üretim faaliyetlerinin vatandaşların refahını ne kadar azalttığı ölçülmez. İnsanların kötü koşullarda çalışıyor olması veya boş zamanlarının olmaması gibi refah azaltıcı unsurlar da GSYH hesaplarında gözükmez. GSYH, toplam geliri ölçtüğü için, gelir dağılımı ile ilgili bilgi vermez. Bir ülkenin toplam geliri artarken, gelir dağılımı bozulabilir ve bazı insanlar zenginleşirken diğerlerinin geliri ve refahı azalabilir. GSYH bunları dikkate almaz, sadece toplam üretimin veya gelirin artıp artmadığına bakar. Bu sebeplerle, GSYH bir refah veya bir mutluluk ölçütü değildir.
GSYH kavramı ortaya çıkarken, neyin hesaplanması gerektiği ile ilgili tartışmalar olmuş. Sadece ürünler/hizmetler veya çıktı mı ölçülecek, yoksa insanların refahını arttıran şeyler mi ölçülecek? O dönemin önemli iktisatçılardan biri olan Simon Kuznets, refahın ölçülmesi gerektiğini düşünüyormuş ama sonunda iktisatçılar, üretimin ölçülmesi gerektiğine kanaat getirmişler. Bu önemli tercih ve seçim sonucunda, vatandaşların refahını azaltanlar da dâhil olmak üzere bütün ürün ve hizmetlerin değeri GSYH hesabına katılmış. Bu yol ayrımının sonucu, BM’in Ulusal Hesaplar Sistemi’ni anlatan SNA 2008 belgesinde de açıkça görülebilir. SNA2008, mealen şöyle diyor: GSYH genel olarak bir refah ölçütü olarak kabul edilse de SNA böyle olduğuna dair bir iddiaya sahip değildir, aksine SNA pek çok yerde GSYH’nın bu şekilde yorumlanamayacağını söyler (SNA2008*, 1.75).
10. Refahımı artırmayan, eksik ve kesin olmayan bir ölçütü neden önemsemeliyim?
Tüm eksikliklerine rağmen GSYH, bir ülkedeki iktisadi faaliyetin boyutlarını görebilmek için sahip olduğumuz en iyi ölçütlerden biridir. Ekonominin nasıl işlediğini anlamak için GSYH’yı ve bununla ilişkili üretim ve gelir göstergelerini takip etmek gerekiyor. Ancak bunu yaparken GSYH’nın sınırlarını ve eksikliklerini de akılda tutmak lazım. GSYH’yı, hem geliri, hem refahı, hem de kalkınmayı ölçmek için kullanamayız. Bu sebeple, ekonomi politikalarının ve tartışmalarının sadece GSYH’ye odaklanması da faydalı bir şey değil. GSYH’nın artmasının tam olarak ne anlama geldiğini anlamak için diğer göstergelere de bakmamız gerekiyor. Yani GSYH’yı, kişi başına gelir, gelir dağılımı ve kalkınma ile ilgili diğer göstergelerle birlikte değerlendirmek gerekiyor.

PARA

Para

M1 = Nakit + Vadesiz mevduat
M2 = Nakit + Vadesiz mevduat + Vadeli mevduat
M2Y = M2 + Döviz tevdiat hesapları
M3 = M2 + Resmi kurum mevduatları + TCMB diğer mevduatları
M3Y = M3 + Döviz tevdiat hesapları

Rezerv Para = Emisyon + Bankalar Mevduatı + Fon Hesapları + Banka Dışı Kesim Mevduatı
Parasal Taban = Rezerv Para + APİ
Merkez Bankası Parası = Parasal Taban + Kamu Mevduatı

MAL PARA SİSTEMLERİ

1- Tek Metal Sistemi: Yalnız bir madenden üretilen paralar, para işlevini yerine getirir.

- Gümüş Standardı: Yalnız gümüşten yapılan paralar kabul edilir, altının para olarak kabul edilmesi mecbur değil.
- Altın Standardı: Tek ölçüt altın. Diğer madenlerden yapılan para ufak para görevi görür.. İlk defa İngiltere'de 1816'da uygulanmış.

2- Çift Metal Sistemi: Fransa'da başlamış. Kronolojik olarak altın standardından önce uygulanmış. Altın ve gümüş paralar arasında yasal bir sabit oran belirlenmiş.

- Gresham Yasası: Kötü para iyi parayı kovar.
Piyasadaki fiyatı daha yüksek olan maden hangisiyse, para olarak dolaşımdan çekilir.

- Paraşüt Teorisi: Leon Walras'ın öne sürdüğü bu yaklaşıma göre çift metal sistemi fiyat istikrarı getirir. Çünkü çift metal sisteminde piyasalar tek bir madenin arz koşullarına bağlı olmaktan kurtulmuş olur.

HIZLANDIRAN -ÇARPAN

HIZLANDIRAN

Tüketim mallarına olan talep artışı, uyarılmış yatırımları da tetikler ve yatırım mallarına olan talebi de artırır. Hızlandıran etkisinin sonucunda yatırım mallarının talebindeki artış, tüketim mallarının talebindeki artıştan daha fazla olur. Peki ne kadar fazla?

1 birim tüketim malı elde edebilmek için ne kadar sermaye gerekir sorusunun cevabını sermaye(K)-hasıla(H) oranı belirler. A = K / H

Örneğin; 5 birim ilave hasıla için, 10 birim sermaye gerekliyse: A = 10/5 = 2 yani tüketim mallarına olan talep 1 birim arttığında yatırım malları talebi 2 birim artmalıdır. 

İkame Yatırımları: Mevcut sermaye stokunun (K) yıpranma payına göre yapılır. Sermaye stokunun ömrü 10 yıl ise her sene K / 10 oranında ikame yatırımı yapılmalıdır.

Bir ekonomide yıllık toplam yatırım miktarı uyarılmış yatırımlar ve ikame yatırımların toplamıdır.


ÇARPAN

Basit Çarpan: Otonom yatırımlardaki artış istihdamda ve dolayısıyla MG'de de bir artışa neden olur. Fakat MG'deki artış çarpan etkisi sonucu yatırımlardaki artıştan daha fazla olur. Çarpan'ın büyüklüğü ekonomideki marjinal tüketim eğilimine (c) bağlıdır. c artarsa, formüldeki paydanın değeri azalacağından k değeri büyür! 

Ayrıca c+s=1 'den hareketle çarpanın marjinal tasarruf eğilimine(s) de bağlı olduğu, s'nin tersi olduğu ortaya çıkar.

k = 1 / 1-c veya 1 / s

Süper Çarpan: Otonom yatırımlardaki artışla basit çarpanın neden olduğu daha fazla MG artışı yeni yatırımları uyarır ve uyarılmış yatırımlar harekete geçer. Sonuç itibariyle otonom yatırımlarda yaşanan artış basit çarpandan daha büyük bir etki yaratır ki buna süper çarpan denir. Marjinal tüketim eğilimi (c) ve marjinal yatırım eğilimi (a) bağlıdır. 

k = 1 / 1 - c - a

GSMH VE GSYİH

GSMH - GSYIH

GSYIH = Yerli ve yabancı yurtiçinde yerleşik olan herkesin yıl içinde ürettikleri nihai mal-hizmetlerin toplamı

GSMH = Sadece TC vatandaşlarının yurtiçinde ve yurtdışında yıllık nihai mal-hizmet üretim miktarları toplamı

Ara mallar bu hesaplamalara dahil edilmez yoksa çifte sayım olur.

GSYIH hesabına kullanılmış ikinci el mallar ve mali varlıklar katılmaz. Stoklar dahil edilir.

GSMH = GSYIH + Dış Alem Net Faktör Gelirleri

Y = C (Özel tüketim harc) + I (Özel yatırım harc) + G (Kamu harc) + NX (İhracat-İthalat)

Hane halkı konut harcamaları C'nin değil I'nın içinde yer alır.

GSYIH - Amortismanlar = SYIH
SYIH - (Dolaylı vergiler - Sübvansiyonlar) = YIG
YIG + Net İhracat = MG


GSMH - Amortismanlar = SMH
SMH - (Dolaylı vergi - Sübv) = MG

GSYIH Deflatörü = Nominal GSYIH / Reel GSYIH

Büyüme Oranı = [(GSYIHt dönemi - GSYIHt-1 dönemi) / (GSYIHt-1 dönemi)] x 100
Enflasyon Oranı = [(Pt dönemi - Pt-1 dönemi) / Pt-1 dönemi] x 100